3 Aralık 2000
RUHİ
SU'YU ANARKEN...
Geçen
Hafta Atatürk Kültür Merkezi'nde Ruhi Su'ya bir anma gecesi
düzenlendi. Üstelik Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla! (Hayır
geceye katılamadım, yurt dışındaydım.) Ama "Üstelik Kültür
Bakanlığının katkılarıyla" diye vurgulamam boşuna değil!
Nasıl
unutabilirim ki! Bu devlet, RuhiSu'yu ve o güçlü sesini yok
etmek için elinden geleni yaptı:
Ruhi Su'yu cezaevlerinde, demir parmaklıklar ardında tuttular.
Yetmedi, emniyet gözetiminde sürgüne yolladılar. Yetmedi,
konservatuardaki hocalık görevine, Devlet Operasındaki işine
son verdiler. Yetmedi, radyoevinden, radyo programlarından
kovdular. Yetmedi, plaklarını yasakladılar. Yetmedi, konserlerini
yasakladılar. Yetmedi, yurt dışından aldığı konser ve hocalık
tekliflerini engellemek için pasaport vermediler. Yetmedi,
tedavi için yurt dışına çıkışını önlediler!
Ama nafile! O sesi susturamadılar!
Ölümünün ardından 15 yıl geçmesi gerekti, devletin ondan korkmaması
ve onun anıldığı bir geceye katkıda bulunabilmesi için!
Nedendi Devletin Ruhi Su'dan bunca korkması onu yok etmeye
çalışması?
O, Anadolu'dan ve halkından, yöreden yöreye araştırıp derlediği
türküleri, yürek yürek topladıklarını, damıta damıta biriktirdiklerini,
çağalta çoğalta sesiyle , sazıyla ve aklıyla ve yüreğiyle
yine halkına verdi.
Halkın ağzındaki sözü, sesiyle sazıyla türküye dönüştürüp,
toplumun sesi kıldı.
Bunları gelişigüzel değil, yalnız duygularıyla değil, Tanrı
vergisi sesiyle değil, Ankara Müzik Öğretmen Okulu ve Ankara
Konservatuarı birikimiyle , bu birikimle bütünlediği dünya
görüşüyle, türkü söylemeye getirdiği yeni yorumla yaptı.
Şu yukarıda bir çırpıda söylenmiş gerçeğin nelere mal olduğunu
bir bilseniz....
Birinci Dünya Savaşının yetim ve ortada bıraktığı 1912 Van
doğumlu bir çocuğun , Van'dan Adana'ya, Adana'dan Toroslar'a,
oradan Ankara'ya, İstanbul'a, oradan yine Adana'ya , Konya'ya
sürüklenmesi nedir bilir misiniz! Van'dan, Ankara Konservatuarına
uzanan tuzaklarla dolu , dar ve engebeli yolu aşabilmesi bile
bir mucize! Daha doğrusu azmin zaferi.
"Yeni yorum" dedim... Ruhi Su'ya gelinceye dek, türkücünün
eğitimi, "şarkı geçmek"ti. Ses formları, bilgi müzik kültürü
gerekmiyordu. Oysa o, hem sesini hem bilgisini katarak türkülerimizi
yorumladı ve ondan sonrakilere örnek olacak, onların önünde
bir yol açacak kendine özgü bir uslup geliştirdi. Türküye
renk ve kişilik kattı.
On yıl boyunca (1942-52) "Madam Butterfly"dan "Figaro'nun
Düğünü'ne", "Fidelio"dan, "Maskeli Balo'ya" çeşitli operalarda
rol aldıktan sonra klasik Türk Müziğine değil de türküye yönelişinin
nedenini şöyle açıklamıştı :
" Müzik eğitimim, müzikteki gelişmem , dünyaya bakış açımdaki
gelişmemle bütünleşince türküye eğilmem farklı oldu. Batı'nın
Lied'leri gibi, bizim türkülerimiz de çeşitli konulardaydı.
Klasik Türk Müzikisinde konu tekti, hep aşktı. Oysa halk,
türkülere korkusunu, yangınını, sevincini, pireden rahatsız
oluşunu, kısaca dışarıya duyurmak istediği ne varsa, hepsini
koymuştu. Türküye eğilişim, gördüğüm eğitim sonucu farklıydı.
Her konunun kendine özgü yorumu olduğunu, olması gerektiğini
anlıyordum. Hem sesimi kullanıyordum, hem yorumumu...."
Ruhi Su'yla yaşadığım, paylaştığım eşsiz anlar, keyifli, sevinçli
anlar , acılı , kahredici anlar, birbirinden değerli anlar
Bir yandan onun sesini dinliyorum bir yandan
onun o hüzünlü gülüşü gözümün önünde canlanıyor. Ve içimden
şöyle haykırmak geliyor:
Haydi TRT iş başına! Radyo programlarınızda, televizyon kanallarınızda
o gürül gürül sese yer açın da kulaklarımızın pası gitsin.
Kalite istiyordunuz, işte kalite! Bu değerli hazineden yararlanın!
|